Gözlerimi ufuklarda kaybettiğimden beri hüzünlerim hep bahar yaşıyor.
Durupta dinlediğim şehrin kapılarını neden hep karabasanlar açar diye merak ederdim eskiden. Sularında kaybolduğum denizler kadar büyük olmak istediğim de olmuştu aslında. Ben sana yalan söylemem; gökyüzünde güneş olmadığımı, bir ay gibi karanlıklarda parlamayı bile beceremediğimi, küçük bir çocuğun utancı kadar saf bir şekilde sana anlatmıştım değil mi?
Kaldırımlarda uyuyan insanların vurdum-duymazlığını, senden gayrıya pencerelerimi kapatmak için kendi üzerime aldımsa kötü mü yaptım? Seni aradığım ormanlarda kurtlara yem olmaktan hiç korkmadığımı da kendini beğenmişlik sayarsın ve beni gene kötülersin diye hiç söyleyemedim…
Sen, hep ufukların dağlarla ve denizlerle buluştuğu yer kadar uzaktın. Sen, bana ulaşmak için dünyayı dümdüz etmek istemese idin, nasıl olurda ben senin aslında benim sevdamdan ibaret olduğunu anlardım…
Aynaya baktığımda yansımanı görmese idim, son kararımda hata yaptığımı ve hala ayrı vücutlar olduğumuzu da iddia ederdim, emin ol! Ama senin, aslında “ben” kadar vazgeçilmez olduğunu artık çok iyi kanıksadım.
Sen “ben”imsin! Bu nedenle, her sabah uyandığımda, gözlerimi açmadan önce, senin o anda uyanıp uyanmadığını merak eden birisi buluyorsun karşında. Çünkü her halükârda ben, benliğimin rüyada mı yoksa uyanıklıkta mı olduğunu bilmek isterim…
Aşk diyorlar, aşk seni ben yapabilmek -miş…
[20 Nisan 2002 02.21]