Bir öz eleştiri

Günlerimiz değişmiyor. Herşey durağan. Yapacak bir şey yok.. Herkes durduğu yerden ahkam kesmekle meşgul.. Hani nerede birbirimize bakabildiğimiz günlerimiz?.. Her vefasızlığımızda yüzlerimizin utançla kızarabildiği günler.. Hani birbirimize olması gereken saygımız?.. Hani insanlığımız, o meçhul kahraman nerede?.. Nerede yitirdik bunca güzel duyguyu? Bir bilen olsaydı söyler miydi yerlerini ?..

Günlerimiz boş, kafalarımız dolu (!), beyinlerimiz düşünmekte, işlerimiz tıkırında, hayat ona buna göre -zaten- yolunda.. Kendimize “biz” diyemeyecek kadar uzak, insanları sevemeyecek kadar merhametsiz ve üzüntüleri paylaşmayacak kadar da vurdum duymazız. “İnsan” diyemeyecek kadar cani, timsahlara acıyacak kadar yumuşak (!) kalpliyiz…

Hayatımız engel olmayı bilemediğimiz bir sürü ihanetle sınırlı, yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatı olacak kadar tutarlı ve bu uğurda hatalarımızı devam ettirecek kadar sözünün eri ve doğruyuz… Kimsenin bizi anlayamayacağı şekilde konuşak kadar zeki, aklımıza eseni yapacak kadar muktedir ve “hürriyet” kavramını işimize geldiği gibi yorumlayacak kadar da hürriyetperestiz…

Geçmişe sövecek kadar yürekli, geleceği boş verecek kadar cesur ve bugünü yaşamayacak, bugün adına bir şey yapamayacak kadar da meşgulüz.. Yerimizde sayacak kadar gayretli ve ilerlememeye niyetliyiz. Gelişme deyince aklımıza teknoloji ya da bilim gelmeyecek kadar sanatla kültürle içiçeyiz.. Bilmeye karşı bilenmiş, öğrenmeye karşı baştan tavırlı ve buluşlara karşı olaması gerektiği gibi (!) ilgisiziz…

Sevgiyi unutacak kadar katı, müsamaha diyenlere çamur atacak kadar iğrenç ve yaşaması en güç duygu olan “nefret”i yaşatabilecek kadar güçlü ve birbirimizle kenetlenmişiz… Kimseyi dinlemeyecek kadar sağır olmamıza karşı sorunlar karşısında çözümleri ardarda sıralayabilecek kadar birer “Güzin Abla”yız..

Son dönemde millet olarak bozulmaya başladığımız günden beri kendimizi bulamayışımız, hep bocalayışımızın hikayesinin sonunda yapılması gereken bir özeleştiri yukarıdaki… Elbette her insan bu eleştrileri haketmiyor ama hakeden insan sayısı toplumumuzda o kadar az mı sizce?.. Dişlerimizi herkese bilediğimiz, kimsenin acısını paylaşmadığımız doğru değil mi? Yitip giden değerlerimizi yedi cihan biraraya gelse bir daha geri getirebilecek mi sizce?…

Ben bu soruların cevabını aramayı hala umut soluklamayı becerebilen insanlara bırakıyor ve toplumumuzun geleceği adına kurulan güzel hayalerin herşeye rağmen gerçek olmasını temenni ediyorum…

Sözlerimi Necip Fazıl’ın kaleme aldığı “Reis Bey” adlı kitapta, haksız yere bir genci idam ettiren hakimin, yani Reis Bey’in aklı başına geldikten sonra hasbelkader düştüğü sanık sandalyesinde söylediği sözlerin bir kısmını sizinle paylaşarak bitirmek istiyorum:

“Merhamet!.. Hava gibi su gibi muhtaç olduğumuz iksir.. Baş aşağı bir, baş yukarı edecek bir kudret!..Acımasızca idama gönderdiğim çocuk, bana “Buz çölünde yol alıyorsunuz” demişti. Hepimiz bütün insanlık buz çölünde yol alıyor!.. Aldığımız nefesler sipsivri kayalar şeklinde donuyor. Bakarken gözle bıçaklıyor, dinlerken kulakla zehirliyoruz. Damak kirletiyor, el solduruyor. Bütün bunların kanunlarını bilmiyoruz da kanun çıkarmaya kalkıyoruz. Olur mu hiç?.. Sen kaplanı yetiştir, büyüt besle; sonra pençe atıyor diye kement at ipe çek.. Yazıktır kaplana, günahtır kaplana.. Merhamet!… “

[Temmuz 2001 – Bilge Dergi yazılarımdan]

Benzer Konular

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir